İSTANBUL - ‘‘Hayatıma ilk defa bir kadın girdi ama o da beni yemeye çalıştı’’
‘Loser’ (kaybeden) bir karakterin ağzından dökülen bu sözler bu hafta gösterime girecek ‘Zombieland’ filminden. Zombieland'de hayatta kalan az sayıda kişiden biri olan Columbus’un ağzından dökülen sözler Film sona erene kadar da sürüyor…
''İnsanlar zombi olmadan önce insanlardan kaçardım. İnsanlar zombi olunca onları özler oldum’’
‘Zombieland’in hikayesi son zamanlarda izlediğimiz ’28 Hafta Sonra’, ‘Ben Efsaneyim’ gibi filmlerden aşina olduğumuz insandan yoksun bir dünyada geçiyor. Film, dört karakterin etrafında gelişen hikayeyi Columbus’un ağzından anlatıyor. Dünya, Zombieland’e dönmeden önceki hayatında tam bir asosyal olan, Bilgisayar başından kalkmayan Columbus’un Zombieland’de hayatta kalan insanlardan biri olması filmin tonunu ve gideceği yönü de baştan belli ediyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, ‘Zombieland’ gösterime girdiği hemen her ülkede 2004 yapımı ‘Shaun of the Dead/ Zombilerin Şafağı’ ile kıyaslanmak gibi bir şanssızlık yaşadı. Şanssızlık çünkü Edgar Wright’ın yönettiği ‘Zombilerin Şafağı’, son 10 yılın en iyi filmlerinden biri olmakla beraber zekice yazılmış senaryosuyla da Sinema tarihinde 'eşi benzeri olmayan filmler' arasında kendine rahatlıkla yer buldu. Sert sahnelerine rağmen bir zombie parodisi olan ‘Zombieland’in bu başyapıttan etkilendiği açık ama Yönetmen Ruben Fleischer’ın kendine ait bir zombi dünyası yaratmaya çalıştığının da hakkı verilmeli. Nasıl zombi denildiğinde akla ilk olarak büyük usta George Romero geliyorsa, böyle bir parodi de ‘Zombilerin Şafağı’ ile bir kıyaslamayı zorunlu kılıyor. Ama Fleischer, hikayesini Amerika üzerinden kurarak, karakterlerin yalnızlığı ve Zombieland’den önceki yaşamlarını da dramatik yapıya eklemleyerek geleceği olmayan bir dünyada anti kahramanlar yaratmayı başarıyor, ama…
Hikaye, zombiliğin her yere nüfuz ettiği dünyada geçiyor. Hepsi hayatta kalmaya çalışan – loser, sert erkek ve iki kurnaz kız kardeş – dört karakterin dünyasında sorun, virüsün nedeni, zombilerin çoğalması ya da 'nasıl kurtuluruz' hesapları değil. Çünkü o aşamalar çoktan geçilmiştir. ABD artık Zombi Birleşik Devletleri’dir. Kurtuluş diye bir şey yoktur ve tek amaç, ısırılmadan, etlerin parçalanmadan, sağ kalmaktır. Bencil olmanın haklı olduğu bu dünyada önemli olan tek şey sağ kalmaktır. Ama bu dört karakterin yolları öyle bir şekilde kesişiyor ki zombilere karşı - aslında yaşamak adına - bir takım kurulması şart oluyor.
Dört kişilik takımın kimyasında sorun olmasa da hikayenin kısa zamanda geçmesi belli başlı sorunlar yaratıyor. Öncelikle büyük kısmı yolda geçen filmde yol filmlerinin olmazsa olmazı eğlenceli ve zekice diyaloglar maalesef yok denecek kadar az. Karakterler arası çatışma da yaratılamadığından klişelere mahkum olan film geriye dönüşlere (flashback) sıklıkla yer verilmesi nedeniyle de atmosfer yaratma konusunda da başarısız oluyor.
Sağlam bir Hikaye kurgusuna da sahip olamayan filmin en başarılı bölümü Bill Murray’nin konuk olduğu sahneler. Bir nevi saygı duruşu niteliği de taşıyan ve Murray’nin personasına yakışır biçimde mizaha sahip bu sahneler, Zombieland’i izlemek için yeterli bir sebep sayılabilir. Fragmanda da göze çarpan zombielerin öldürüldüğü sahneler ise yeni bir şey sunmasa da filmin iyi yaptığı işlerden biri. Sert ve kanlı olan bu karelerin birçok ülkede - katılmasak da -rahatsız edici bulunduğunu da ekleyelim.
Oyunculuklara gelince… ‘Yalnız kovboy’ rollerini artık gözü kapalı oynayan ve en son ‘2012’de izlediğimiz Woody Harrelson her zamanki gibi iyi. Emma Stone ve gelişimini beyazperdede izlediğimiz çocuklardan Abigail Breslin de sırıtmıyorlar. Ama filmin en iyisi kesinlikle Columbus rolündeki Jesse Eisenberg oluyor. Daha önce de asosyal, kaybeden, kız tavlayamayan ergen rollerini canlandıran Eisenberg, burada da gayet başarılı.
Burası artık Zombi Birleşik Devletleri
‘Loser’ (kaybeden) bir karakterin ağzından dökülen bu sözler bu hafta gösterime girecek ‘Zombieland’ filminden. Zombieland'de hayatta kalan az sayıda kişiden biri olan Columbus’un ağzından dökülen sözler Film sona erene kadar da sürüyor…
''İnsanlar zombi olmadan önce insanlardan kaçardım. İnsanlar zombi olunca onları özler oldum’’
‘Zombieland’in hikayesi son zamanlarda izlediğimiz ’28 Hafta Sonra’, ‘Ben Efsaneyim’ gibi filmlerden aşina olduğumuz insandan yoksun bir dünyada geçiyor. Film, dört karakterin etrafında gelişen hikayeyi Columbus’un ağzından anlatıyor. Dünya, Zombieland’e dönmeden önceki hayatında tam bir asosyal olan, Bilgisayar başından kalkmayan Columbus’un Zombieland’de hayatta kalan insanlardan biri olması filmin tonunu ve gideceği yönü de baştan belli ediyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, ‘Zombieland’ gösterime girdiği hemen her ülkede 2004 yapımı ‘Shaun of the Dead/ Zombilerin Şafağı’ ile kıyaslanmak gibi bir şanssızlık yaşadı. Şanssızlık çünkü Edgar Wright’ın yönettiği ‘Zombilerin Şafağı’, son 10 yılın en iyi filmlerinden biri olmakla beraber zekice yazılmış senaryosuyla da Sinema tarihinde 'eşi benzeri olmayan filmler' arasında kendine rahatlıkla yer buldu. Sert sahnelerine rağmen bir zombie parodisi olan ‘Zombieland’in bu başyapıttan etkilendiği açık ama Yönetmen Ruben Fleischer’ın kendine ait bir zombi dünyası yaratmaya çalıştığının da hakkı verilmeli. Nasıl zombi denildiğinde akla ilk olarak büyük usta George Romero geliyorsa, böyle bir parodi de ‘Zombilerin Şafağı’ ile bir kıyaslamayı zorunlu kılıyor. Ama Fleischer, hikayesini Amerika üzerinden kurarak, karakterlerin yalnızlığı ve Zombieland’den önceki yaşamlarını da dramatik yapıya eklemleyerek geleceği olmayan bir dünyada anti kahramanlar yaratmayı başarıyor, ama…
Hikaye, zombiliğin her yere nüfuz ettiği dünyada geçiyor. Hepsi hayatta kalmaya çalışan – loser, sert erkek ve iki kurnaz kız kardeş – dört karakterin dünyasında sorun, virüsün nedeni, zombilerin çoğalması ya da 'nasıl kurtuluruz' hesapları değil. Çünkü o aşamalar çoktan geçilmiştir. ABD artık Zombi Birleşik Devletleri’dir. Kurtuluş diye bir şey yoktur ve tek amaç, ısırılmadan, etlerin parçalanmadan, sağ kalmaktır. Bencil olmanın haklı olduğu bu dünyada önemli olan tek şey sağ kalmaktır. Ama bu dört karakterin yolları öyle bir şekilde kesişiyor ki zombilere karşı - aslında yaşamak adına - bir takım kurulması şart oluyor.
Dört kişilik takımın kimyasında sorun olmasa da hikayenin kısa zamanda geçmesi belli başlı sorunlar yaratıyor. Öncelikle büyük kısmı yolda geçen filmde yol filmlerinin olmazsa olmazı eğlenceli ve zekice diyaloglar maalesef yok denecek kadar az. Karakterler arası çatışma da yaratılamadığından klişelere mahkum olan film geriye dönüşlere (flashback) sıklıkla yer verilmesi nedeniyle de atmosfer yaratma konusunda da başarısız oluyor.
Sağlam bir Hikaye kurgusuna da sahip olamayan filmin en başarılı bölümü Bill Murray’nin konuk olduğu sahneler. Bir nevi saygı duruşu niteliği de taşıyan ve Murray’nin personasına yakışır biçimde mizaha sahip bu sahneler, Zombieland’i izlemek için yeterli bir sebep sayılabilir. Fragmanda da göze çarpan zombielerin öldürüldüğü sahneler ise yeni bir şey sunmasa da filmin iyi yaptığı işlerden biri. Sert ve kanlı olan bu karelerin birçok ülkede - katılmasak da -rahatsız edici bulunduğunu da ekleyelim.
Oyunculuklara gelince… ‘Yalnız kovboy’ rollerini artık gözü kapalı oynayan ve en son ‘2012’de izlediğimiz Woody Harrelson her zamanki gibi iyi. Emma Stone ve gelişimini beyazperdede izlediğimiz çocuklardan Abigail Breslin de sırıtmıyorlar. Ama filmin en iyisi kesinlikle Columbus rolündeki Jesse Eisenberg oluyor. Daha önce de asosyal, kaybeden, kız tavlayamayan ergen rollerini canlandıran Eisenberg, burada da gayet başarılı.
Burası artık Zombi Birleşik Devletleri
No comments:
Post a Comment
Note: Only a member of this blog may post a comment.